''Ben bodruma iniyorum sevgili Bella!'' diye seslendi kapıdan. ''Antika eşyalar zaman geçtikçe değerleniyorlar. Radyoyu satmanın vakti geldi.'' Acaba bir de ona mı sorsaydım? ''Telefonunu yanına al; oranın ışıkları yanıp söner, karanlıkta kalma.'' Güzel. Sıradan bir gün. Işık her zamanki pencereden içeri giriyor; perdeleri önüne çekme, insan görsün. Yüzüme vuran aydınlık ile gözlerimin parıldadığını söylerdi biri bana, aynalarda bunu göremezdim. Gerçi aynalar da artık her şeyi göstermiyorlar. Eskilerden kalma antika aynaları da sattım, oysa onlar her şeyi yüzüme vuruyorlardı. Bu yüzden sevemedim sanırım. İnsan, kandırılmak ister. Bodruma inen merdivenler oldukça tozlanmışlar; pek kullanmadığım yerlere gerekli hassasiyeti göstermiyorum. Işık, beni görünce kendiliğinden yandı; demek ki bunca zamana rağmen hâlâ çalışıyor. Eskisi gibi değil elbette, aydınlatma konusunda biraz sönük kalsa da önümü görebiliyorum. Acaba beni görünce ne düşünmüştür? Tebessüm etti: Yine mi?