Klasik Türk edebiyatının tarihi serüveni içinde gönül dünyasının bütün basamaklarını aşmış olan, içinde barındırdığı ince ve karmaşık duygularla örülü hayat pencerelerinin kapılarını açan, ben ve sen ikileninde beni yok edip seni yücelten, aşk, âşık, sevgili üçgeninde rakiple mücadeleyi anlatan, etkisi, izlenimi, işleyişi, ifade ediliş biçimi, dili ve şekli ile asırlara hükmeden klasik şiir on dokuzuncu yüzylda belirgin bir şekilde sarsılır ve kendi gücünü ve gösterişini kaybetmeye başlar. Bu yüzyılda ortaya çıkan şairlerden bir kısmı geçmişin güçlü geleneğine dayanarak gönül dünyalarını tatmin ederken diğerleri ise kendi seçtikleri yolda görebildiklerini toplayarak kaynağa akmaya çalışırlar. Klasik Türk şiiri beslayen âşık, halk ve tasavvufi şiir,klasik Türk şiirini teslim almaya başlar ve böylece yeni şöyleyişlerde şekil ve içerik yönüyle şiirin duruşu, vakarı, sıralanışı, düzeni, hükmü ve yapısı değişikliklere uğramaya başlar. Böylece şair olanla şairim diyen arasındaki fark açılır.Mutasavvıf olan şairler, şairlik yeteneklerini. şiir becerilerini, söz ustalıklarını, tasavvufi düşünceyi işlemek, anlatmak ve insanlara sevdirmek amacı gütmüşlerdir. Şeyh Süleyman Hamdi Kadiri de mutasavvıf bir şair olarak şiirin olanaklarını aruz ve hece olmasına, beyit ve dörtlük olmasına, gazel ve ilahi olmasına bakmaksızın kullanarak sözünü söylemiş, dini ve tasavvufi düşüncelerini insanlara ulaştırmaya çalışmıştır. Hamdi, dini ve tasavvufi düşünce içerisinde yer alan ünlü kişileri şiirine taşımış onların ön plana çıkmış özelliklerini hatırlatarak onları methetmiş ve onlardan yardım, meded ve şefaat isteyerek kendi kişiliğini ve şeyhliğini tanıtmaya çalışmıştır. Hamdi bunu yaparken hem klasik Türk şiirini hem de halk şiirini araç olarak kullanmıştır.