Spinoza'ya göre ikinci tür bilgi, yani akıl, fazlasıyla genel ve fazlasıyla evrenseldir; bu nedenle kişiyi yeterince etkilemez. Etkilemediği için de bizi dönüşüme uğratacak güçten yoksundur.
Bütün şeyler zincirlenince, içkinlik/hiçlik düzlemi oluşur: Üçüncü tür bilgiyle içkinlik/hiçlik düzleminin ayrımına varıldığında, kavramsallaştırılamamasına karşın, zincirlenişin hareketiyle hareket edildiğinde, bilindiği bilinir; bilindiği bilinen şey, bu-dünyanın ya da evrenin ikinci tür bilgiyle ulaşılamayan, yani düşünülemeyen yanıdır.
İkinci tür bilgiyle elde edilen kazanım bilinçtir; öyleyse bilindiği bilinen ya da düşünülemeyen şey bilinçdışıdır, yani sezgi. Bu durumda sezgi, bilindiği bilinenin ya da düşünülemeyenin keşfidir.
Belirtmek gerekir ki sezgisel bilgi, sermaye ile ondaki küreselleşme eğilimine ve bütünleştir zorunluluğuna bir yanıt olarak doğdu: Sezgisel bilginin mantığı, sermayedeki potansiyellik özelliği ile koşutluk gösterir.
Nitekim ilk kez Marx'ın fark edeceği gibi, bir üretim tarzı olarak kapitalizmin getirdiği en önemli ve en belirleyici yenilik, olasılıkla potansiyellik olarak potansiyelliği, mübadelenin en mükemmel nesnesi olarak ortaya koymasıdır: Potansiyellik olarak potansiyelliğin eylemli hali değişim-değerinin hareketini oluşturur ve bu hareketin yasaları ancak sezgiyle kavranabilir.
Hallac-ı Mansur, gerçek denilen şey, dairenin ortasındaki noktadır demek ister. Bu noktanın gerçeğini ancak sezgiyle/üçüncü tür bilgiyle kavrayabiliriz: Spinoza'nın sonraları üçüncü tür bilgiyle açıkladığı sezgiyi, uzun yüz yıllar öncesi Hallac-ı Mansur, Daire ve Nokta tâsînlerinde anlatmaya çalışır. Daire, noktanın açılımıdır, yani noktanın, yani Tanrı'nın üretim sonucudur; bu anlamıyla Doğa'dır, yani Hak'tır.