Yazarına "ahlaki devrimci" kötü şöhretini getiren Jane Eyre'in büyük başarısından sonra Charlotte Brontë toplumsal açıdan "bir pazartesi sabahı gibi romantik olmayan ve gerçek bir şey" yazmaya karar verir. 1811-12'nin Napolyon Savaşları ve makine kırıcı isyanlarını arka plana alan, dönemin sanayileşmekte olan İngiltere'sinde geçen Shirley (1849) iki zıt kadın kahramanın öyküsünü anlatıyor. Biri on dokuzuncu yüzyılda bekâr bir genç kadının ahvalini temsil eden utangaç, Yorkshire papazlık konutunun boğucu atmosferine sıkışıp kalmış Caroline Helstone; öteki ise yerel bir mülkün vârisi olan ve serveti kendisine geleneklerin sınırlarını zorlama imkânı sağlayan hayat dolu Shirley Keeldar. Brontë bu iki kadının öykülerini anlatırken bir yandan da çağının toplumsal eleştirisini, dönemi için epey eşitlikçi denebilecek bir bakış açısıyla yapıyor.