Sonra kalktım, gözüm sloganın yazılı olduğu kâğıtta, masanın çevresinde birkaç tur attım. Uzaklaştım, yakınlaştım. Eğilip okudum. Kalktım bir daha okudum. Sonra tuvalete gittim, kâğıdımı da götürdüm yanımda. İşerken baktım. Ellerimi yıkarken lavabonun önüne koydum. Yemek hazırlarken baktım. Bulaşık yıkarken bardak kırdım, elime cam parçası battı. Bardaktan geri kalanları toplarken baktım. Yatmadan önce kanepenin üstüne koydum. Gece yarısı kan ter içinde uyandığımda yine baktım. Yerinde mi diye kontrol ettim. Bir şey bekliyordum kâğıtta yazan slogandan. Kutsal bir emir gibi, oku, diyordu bana.
Evet, muhakkak başka bir şey anlatıyordu bu cümle:
Akın Çokuğurluel, dördüncü romanı Şimdi Reklamlar'da kimsenin bilmediği bir dilin, anlamadığı bir cümlenin peşinden koşan İsmet'in, vicdan azabı, suçluluk ve ölüm üçgeninde dolanan yolculuğunu anlatırken, sanal mutluluklarla, pırıltılı vaatlerle çevrelenmiş yaşantımızda, konuşmanın, anlamanın, anlaşılmanın yerini sorguluyor. Okuru, sahteliklerle dolu sanal dünyadan, sosyal ilişki ağlarından, renkli kutunun kandırmacasından, siyaha boyanmış kısa bir cümle ile çekip çıkararak hayata dair başka bir gerçeğe çağırıyor.
Her acı kendi lisanını doğurur.
Onun acısı bu siyahlığın içinde gizli.
Peki ya, seninki?