Hürrem bir kez güldü mü, Marmara'da deprem olurdu; bir kez gülmedi mi payitahtta yangın çıkardı... Mihrimah, sanki o depremleri dindirmek, o yangınları söndürmek için dünyaya gelmişti..."Mihri..." dedi Sinan gücü yettiğince; fakat usulca, "Mihri..."Mihri, sanki odanın dışında değil de Koca Mimar'ın yüreğinin içinde ondan bir ses beklermiş gibi hemen yatağın yanı başında bitti:"Buyurun efendim.""Mihri, su..."Sinan, Pargalı'yı hatırladı hayal meyal. İbrahim Paşa, İskender Paşa'yı azil ve katlettirmiş; kaderin ipini eğirenlerin gönlü bu katle razı gelmemiş olacak ki, kendisi de en güvendiği sultanının emriyle infaz edilmiş; üstelik ömrünü adadığı Osmanlı hanedanına mensup bulunmayışıyla değersizleşen kanı sultanın haremi duvarlarına sıçramış, orada kurumuştu. "Eden buluyor," diye geçirdi içinden Sinan; "Amma, bir şey etmemek ne mümkün? Olmak ve ölmek, oldurmak ve öldürmek bu kadar iç içeyken, bulacağını bile bile etmemek, ne mümkün?"Kimilerine ipekten, atlastan elbise, kimilerine kendi desteğiyle ulaşacağı bir mevkide olacağı kişiyi biçiyor, giydiriyordu. Onun biçtiği kaftanı giymeye rıza göstermeyenlere ise tek bir kumaşa sarınmayı hak görüyordu Hürrem: Kefen...Sinan'ın Mihrimah'ı bir solukta okunacak bir roman...