Bu metropol şehirde gecenin zifiri karanlığı sürekli günahlara gebeydi.
Düzen bozulmuş, doğru ile yalan bir tezgâhta pazarlanır hâle gelmişti.
Kurtlar uyurken çakalların vadiye inip dans ettiği zamanlar görülmüş, ne var ki dansın büyüsüne kapılan vadinin sakinleri oyunu sezememişti.
Kısacası bu koca şehir, her türlü oyunun oynandığı bir sirk gösterisi hâline gelmişti.
Bu oyunları izleyenler ise özellikle sihirbazların illüzyon gösterilerinden çok keyif alıyor, çılgınlar gibi alkış tutmaktan yorulmuyorlardı.
Ama bilmiyorlardı ki perdenin arkasındaki hakikat hiç de öyle değildi.
Yanlış olan bir şeyler vardı ve birileri bu oyunlara, "Dur!" demeliydi.
Gösterinin kralı, kırmızı halı serili merdivenlerden tüm ihtişamıyla inerken herkes gözlerinin içine sevgi ve hayranlıkla bakıyordu.
Birisi hariç hiç kimse gözlerinin ardındaki büyüleyici sırrı göremiyordu.
Ve herkesin içinden sıyrılıp orta yere gelerek, "Durun!" diye bağırdı. "Yeter artık!" dedi isyan edip sorgularcasına…
Ağzından ateş püskürten gösterici, elindeki ateşli çubuğu bıraktı.
Aslan terbiyecisi, elindeki kırbacı yere attı.
Sihirbaz, şapkasından çıkardığı beyaz güvercini elinden kaçırdı.
Elindeki uzun çubukla gerilmiş ipin üzerinde yürüyen kız, olduğu yerde kaldı.
Hepsi, birden geceye isyan edercesine bağıran kıza odaklandı.
Hazır mısınız bir şehrin gizemli hikâyesine?
Ve bir İstanbul efsanesine…