Kooperatifçilik hareketi tarihsel olarak, geniş halk kesimlerinin, kapitalizmin yarattığı tahribat karşısında, zaman zaman imkanlarını, zaman zaman kaynaklarını, zaman zamansa üretim süreçlerini ortaklaştırma faaliyeti, tekellerin, aracıların, yoksulluğun karşısında ayakta kalma ve dayanışma mücadelesi olmuştur. Bu anlamda kooperatiflerin bir ortaklaşma ve dayanışma pratiği olarak, küreselleşme sürecinin getirdiği yıkım ile birlikte, yeniden gündem gelmesi ve giderek daha fazla tartışılması şaşırtıcı değildir.
Şirketlerden Kooperatiflere Rekabetten Dayanışma'ya başlıklı bu çalışma, konut, eğitim, gıda, enerji gibi pek çok alanda, toplumsal ihtiyaçlar alanında örgütlenen, yeni kamusallıklar inşa etmeye çalışan, katılımcı ve dayanışmacı ilkelerle organize edilen çeşitli kooperatiflerin Dünyada ve Türkiye'deki örneklerini ortaya koymaktadır. Şirket egemenliğinin, sosyal, ekonomik ve aynı zamanda ekolojik alanda yarattığı yıkıcı sonuçlar ve kriz gün geçtikçe derinleşirken, tarım ve gıda alanında olduğu kadar yaşamın diğer alanlarında da dayanışmacı ve katılımcı temelde işleyen örneklerin inşa ediliyor olması umut vericidir. Dolayısıyla birbirleriyle eklemlenerek faaliyet gösteren şirket tipi sermaye formları, üretimden tüketime bütün sektörleri nasıl kontrol ediyorsa, kooperatiflerin de birbirleriyle dayanışmacı, katılımcı ilkelerle eklemlenerek birlik olmaları ve daha geniş ölçeklerde etkili olabilecekleri ağ ilişkileri ve kurumsal yapılar geliştirmeleri büyük bir gereklilik haline gelmektedir. Bu gereklilik kendini örgütleyebildiği oranda, şirketlerin distopik dünyasında eşitlikçi ve dayanışmacı ilkelerle kurulan yeni alternatifler kendisine gelişim gösterebileceği yeni alanlar bulacaktır.
Bu anlamda çalışma, rekabetin karşısına dayanışmayı, parçalanmanın ve yabancılaşmanın karşısına kolektiviteyi, hiyerarşinin karşısında katılımcılığı ve eşitlikçi ilişkileri koyan bir yönetim anlayışıyla, üretimden tüketime bir süreci organize etmeyi hedefleyen bir "yeni"den bahsetmektedir. Bu "yeni", sistemin mağduru olan işçileri, kadınları, çiftçileri ve bütün ötekileştirilen kimlikleri temsil eden kurumların "birbirinin eki" olarak kendi sorunlarını bizzat kendisinin aşması ve özneleşmesi temelinde yeni ve alternatif bir kamusallığın inşasına işaret etmektedir. İşte kooperatifler bir dayanışma formu olarak, bu sürecin önemli parçalarından biridir. Ancak kooperatiflerin kendi içlerinde eskinin kalıntılarını ve yeninin nüvelerini aynı oranda barındıran, şirket egemenliğine karşı olduğu kadar sistemin hastalıklarını da taşıyabilen çelişkili formlar olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.
"Krize Karşı Kooperatifler" adlı çalışmada da üzerinde durulduğu gibi, son dönemde kooperatif inisiyatiflerinin yeniden gelişmeye başlamasının arkasında iki temel dinamik yatmaktadır; Bunlardan birincisi Türkiye'de devletin kamusal hizmet ve görevlerinden çekilmeye başlamasıdır. Bir diğeri de daha önce hiç olmadığı kadar faaliyet alanı genişleyen sermayenin ve şirketlerin artan egemenliğinin yaşamın bütün alanlarında ürettiği çok yönlü krizlerdir. Dolayısıyla eski güvencelerini yitiren, günden güne para, meta ilişkilerinin beraberinde getirdiği işsizlik, yabancılaşma, güvencesizlik, üretimden kopuş gibi toplumsal sorunlarla başa çıkmaya çalışan geniş halk kesimleri, kendi kamusal pratiklerini dayanışmacı ve katılımcı bir zeminde inşa etme çabası önemlidir.
Bu eksende, neoliberalizmin ve onun kurumları olan irili ufaklı şirket tipi örgütlenmelerin anti demokratik, adil olmayan yapısının ürettiği sosyal sorunlar karşısında, Dünyada ve Türkiye'de yeni gelişen kooperatifleşme deneyimlerini ele alan çalışmalara, tartışmalara yer verme çabası, tam da emeğin ve doğanın sömürüsüne dayanan mevcut sistemi aşmaya çalışan bir perspektifle, yeni kooperatifleşme hareketine, akademik alandan küçük bir katkı yapma amacındadır.