Sevdalarında suskun ancak şahit olduklarıhaksızlıklar karşısında sesleri olabildiğincegür çıkan iki güzel gencin hikâyesi…
Haksızlığa başkaldırmak mı, yoksa bozuk birçarkın dişlisi olmak mı?
Leyla ve Ömer, o çarkın dişlileri olmayı tüm benlikleriyle reddettiler. Sonunda bir yangın başladı, alevler onları da sardı. Ama ne önemi vardı? Asıl olan kazanmak ya da kaybetmek değil, doğru yol üzerinde olabilmekti.
Beden ölürdü, toprağın altına girer ve çürürdü. Ama ruh… Hakikat oydu. Bundandır ki ruhu, bir çınar misali sağlam tutabilmek; yapraklarının her mevsim yeşil kalması için çabalamak ve gövdesini dünyanın hırs, kin, nefret, haset, merhametsizlik gibi envai çeşit baltasından korumak her insanın boynunun borcuydu. Ancak böyle onurlu bir kararlılıkla kurtuluşa ererdi insanoğlu.
"En kötü günümüz bile sabaha erişmiyor mu?"