Babam, senin baban ve annem arasındaki o eski üçgeni ne zaman açmaya kalksam utanıyorsun. Zippo çakmağınla oynamaya başlayıp, bırakalımgeçmiş geçmişte kalsın gibi anlamsız klişeler geveliyorsun. Ama yine de onların dilini okuyup yazabiliyor, müzikleriyle dans ediyor, kızlarından biriyle evleni çocuklarını Ermeni kilisesine gönderiyorsun. Benim olabileceğimden çok daha fazla Ermenisin. Ama aynı zamanda o kadar amerikalısın ki, o Hollywood filmleri ve kandırıcı müziklerle dolu beyninde eski dostun Frank Sinatra bile senden daha Amerikalı olamaz. bir şekilde, her ikisini de başarmışsın. Petrus Tomasyan, ailenin en küçük çocuğu olarak, Bağdat'tan Konstantinopol'e uzanan antik kenvan yolu üzerinde surlarla çevrili bir şehir olan Diyarbakır'da, Dicle kıyısına, 1893'te doğdu. (...) Türklerin, Ermenilerin ve Süryanilerin labirentimsi sarmaşasında, bir çocuğun düz damların birinden diğerine atlayarak evden eve geçebileceği, masumca herkesin mahremiyetine girebileceği iç içe geçmiş evler gibi sözcükler... taa ki, çok genç yaşta, odar, yani yabancı sözcüğünü öğrenene kadar... Oğlum, dedi babam, Amerika bizim uyanmak için mücadele ettiğimiz bir kâbustur. (...) Peki ben bu arada ne yapayım baba? Dolaş ve ara, dedi, dolaş ve ara. Bu yanıt pek hoşuma gitmemişti ama bu konuda suçu kendimden başkasına atamazdım. Türkiye'ye gitmeyi düşündüm, ama çok uzak ve pahalıydı. Ayrıca artık köklerimi aramıyordum; kemikler çok derine gömülmüştür ve sonunda farkına varmıştım ki, bana bir fayda sağlamayacaklardı.