"Cesur, benim öbür yarım değil; bendim sanki. Üst üste kesilmiş kâğıt bebekler gibiydik. Adem'in kaburgasından biçilen Havva'ydım ben onunla. Dünya üzerinde kaç kadın böylesi bir mutluluğa erebilirdi ki? Sürekli dua ediyordum artık; fizik kurallarını hiçe saydıran aşkımın sonsuza dek sürebilmesi için. Sadakat, aşk, bağlılık gibi yaygın kavramların çok ötesinde bir birliktelikti bizimki. O nedenle; kendimi yeryüzünde ve metafizik alanda yaşanan iki ayrı ilişkinin öznesi olduğuma ikna etmiştim. Öyle ki; Cesur ile sevişerek Filip'i aldattığımı bile düşünmüyordum. Çünkü o, yani kocam, ayağımın değdiği kara parçası üzerinde sürdürdüğüm resmi ve normal bir evlilik hikâyesiydi. Oysa Cesur; yaşamı ölümden ayırt edemediğim, kendimden geçtiğim, beni yaşadığımız zamandan, andan uzaklaştıran mucizevi bir efsaneydi."
Çiğdem Bayraktar Ör, Sonrasız'da aşkın, insanlığa yaşattıklarını bir kadının gözünden anlatırken günümüz insanının modern dertlerine çarenin doğunun kadim kitaplarında olacağını fısıldıyor. "Her şey maşuktur, âşık bir perdedir" diyen bir roman bu…