Felsefe tarihinin katettiği yol üzerinde bir parça yürüme şerefine nail olan hemen herkes bilir ki felsefe daima sorgulayıcı ve çözümleyici bir etkinlik, filozof da hep sorgulayarak rahatsızlık veren bir at sineği olmuştur. Tıpkı Badiou'nun dile getirdiği gibi, her nerede sürekli bir uyum, çatışmasız ve emeksiz bir tatmin, muhalefetsiz bir iktidar ve temellendirilmeksizin kesinlik ve evrensellik talep eden bir sözüm ona hakikat/hakikatsizlik varsa orada mutlaka akla dayalı nedenlerle hakikat, özgürlük ve otantiklik peşine düşmüş filozoflar kendisini göstermiştir. Bu nedenledir ki kurumsallaşmış dinler ile totaliter siyasi yönetimlerin filozoflarla arası tarih boyunca pek iyi olmamıştır. Çünkü filozoflar sorgusuz sualsiz kimliğimizi teslim alma ve üzerinde tasarrufta bulunma talebinde/cebrinde bulunan her tür otoriteye/iktidara karşı durarak insanların ortak aklını merkeze/muhatap alan ve eleştirel aklın onayından geçen bir hakikatin ve kendi kaderini kendince çizme cesaretini ve azmini gösterme doğrultusunda bir özerklik ve özgürlüğün yüce gönüllü savunucuları olmuşlardır. Yüce gönüllüdürler çünkü aynı hassasiyetle kendi kendilerini de acımasızca eleştirebilme ve sorgulayabilme erdemini taşırlar.