1970'li yıllardan sonra refah devletinin yaşamaya başladığı finansman krizi sosyal devlet karşıtı neo-liberal anlayışı gülendirirken, sosyal koruma harcamalarına yönelik yaygın paradigmanın mevcut refah sistemlerinin ortaya çıkan olumsuz demografik ve finansal koşullar karşısında sürdürülmesi ile bu sistemlerin istihdam artışını ve rekabet-bilgi yoğun ekonomileri desteklemekten çok engellediği gerekçesi ile eleştirilmesini di beraberinde getirmiştir.
Bugün için bütün gelişmiş ekonomilerin üstesinden gelmesi gereken sorunun, refah sistemlerini sadece eski ve yeni sosyal risklerle en iyi şekilde başa çıkabilecek mekanizmalarla donatmak değil; aynı zamanda sosyal güvenlik amaçlarıyla dinamik ve artan biçimde küreselleşen ekonominin taleplerini uyumlu hale getirmek olduğu da büyük bir kesim tarafından kabul edilmektedir.
Geleneksel sosyal devletin sürdürülmesi ile neo-liberal bir anlayışla sosyal devletin parçalanması ikilemi karşısında ekonomi ve sosyal korumayı uzlaştırmak için geliştirilen çözüm-orta yol arayışlarını tanımlayan "üçüncü yol" yaklaşımlarının sosyal politika için gelişştirdiği önerme ise, pasif sosyal yardımların ağırlıklı olduğunu geleneksel sosyal devlet yerine, bireylerin nitelik-vasıf kazanmasına ve istihdam edilmebilirliklerini artırmaya yönelik aktif harcamaların baskın olduğu ve sosyal harcama dinamiklerine ilişkin altın çağ dönemindeki geleneksel sosyal refah ve sosyal adalet anlayışından kötü biçimde farklılaşmayı temsil eden sosyal adalet anlayışından kötü biçimde farklılaşmayı eden sosyal yatırım devletine geçilmesi gerektiğidir.