Müslüman toplumların anlaşılması, zihin dünyalarındaki yapı, eylem ve niyetlerin tecrübe edilişini Kur'an merkezli anlamak/açıklamak ve bilgi/değer üretimi için Kur'an'ı esas alan bir sosyolojinin geliştirilmesi yadsınmaması gereken bir ihtiyaçtır. Zaten Kur'an'ın da gönderiliş amacı bunu teyid etmekteri (İsra, 9).
Bunun yanında bir denge arayışı olarak en temelde sosyoloji biliminin kurucu çerçevesini çizenlerin paradigmalarına tamamen teslim olmadan, Hz. Peygambere risaletin başında emredilen "Bütün olumsuzluklardan zihinsel bir hicret yaşa" (Müddessir, 5) emri onu, dönemindeki medeniyetin olumsuz izlerinden uzaklaştırırken; günümüzde de Batı biliminin dayatıcı/tek tipçi ve homojenleştirici yönlerinden metodik/zihnen bir hicrete ihtiyaç olduğu ortadadır.
Burada İbn Haldun geleneğinin zengin Kur'an içerikli toplumsal okuma yöntemi aslında bir anlamda yeni bir yöntem üretmede rehberlik edecek kapasitededir. Bu hicret, bilimin ana konu ve yöntemini inkar anlamında değildir ancak paranteze alma (epoche) veya metodik şüphe diyebileceğimiz kurgunun değer temelli yoklanılmasıdır. Bu ilişkiyi kurarken modern bir paradigma ile (sosyoloji) ezeli ve ilahi bir kelam olan Kur'an'ın farklılıkları dikkat çekicidir.
Şöyle ki sosyolojide gerçeklik inşa edilir veya doğadan çıkarsanırken, Kur'ani sosyolojide yorum ve eylem bir gerçeklik olarak tabi olacağı hakikatleri inşa edecektir. Bir yönüyle birisi "anlama", "açıklama" ve "tasvir etme"ye yönelirken, diğeri "tebliğ", "değer merkezli inşa", "kurtuluşa çağrı" ve "hayat veren kaynağı" öğretme merkezli bir döngüyü gösterecektir.