Sözün uçup yazının kaldığı gerçeği' ve belleklerin çağın hipnoz araçları televizyon, bilgisayar ve internet önündeki zavallılığı, yirmi beş yıllık süreçte yazdıklarımın birgün yitip gitmesi ve yok olması gerçeğiyle yüzleşmeme neden oldu.
Bir süre boyunca, yer aldıkları çeşitli dergilerde, uykuda bekleyen bu yazıların bir gün zamanın karnında hükümsüz kalacağını düşündüğümde, önce emeğime sonra da yazıya düşen sözlerin sesine kulak vermem gerektiğine inandım ve bir kitap içinde toplamaya karar verdim. Emeğim; okura, ilgi duyana ve geriye bakmayı sevenlere bu günlerin, bu yazıların tanıklığında söylenecek sözlerden bir güldeste sunmak ve bu günü yarın da anlatacak bazı tümceleri armağan edebilmekti.
Bu yazılarda, zamanın tanıklığının yanı sıra, ülkemde ve dünyada yaşanan toplumsal ve siyasal olayların, kişisel çalkanışlarımın, vicdanımın sesinin, ülkemin ve dünyanın sevinç ve yıkımlarının gel-gitleri, baskısı, değiştiren dönüştüren etkisi başattır.
"İnanmadıklarını yazan yazardan aşağı kimse yoktur! / Vardır!... / İnandıklarını yazmayan!" tümcelerindeki etik vurgu yazdıklarımın tek kaygısıdır.
J. Joubert, "Kelimeler cama benzer, göstermeye yardım etmedikleri vakit görüşe engel olurlar." diyor.
Bütün sözcükleri parlatma, camlaştırma, şeffaflaştırma ve görüşü artırma çabamın kutlu çabasıyla gösterdiklerimi gören gözlere saygıyla...