"Kış, soğuk… Ayaz buza kesiyor önüne geleni. Yerler kar. Ev soğudu. Sobaya biraz daha odun atmalı ki Gülşah üşütüp hastalanmasın. Şalını omuzlarına atıverip evin arka tarafına, odunluğa geçti. Kapının ardından gelen sesler de neyin nesi? İçini kavuran kuşku ateşiyle sarsıldı. O ateşle yer-gök alev aldı. Karlar eridi, denizler taştı, yeryüzü cehennem oldu. Kapıyı açmakla açmamak arasında gidip gelen aklı dumura uğradı birden. Onun sesi, evet. Gülşah bu. Yavaşça kıkırdıyor, sesli sesli gülüyor sonra. Kapıyı açıp fırtına gibi içeri daldı. Gözleri karanlığa alışınca gördü Zeynel'i. Arkası dönük, domalmış. Pantolonu, donu dizlerine inmiş. Gülşah'ı göremedi. Zeynel'in iri bedeninin altında kaybolmuş. O nasıl bir andı öyle!.. Eli yanda duran baltaya gitti, müthiş bir güçle sapını sımsıkı kavradı ve… Gerisi var-yok gibi… Adam yana devrildi, yüzü kan içinde. Şaşkın ve korkmuş kızını kucakladı, odunluktan çıktı. Buz tutmuş toprağa devrildiler."
Elinizdeki roman, her gün televizyonlarda, gazetelerde, çevremizde rastladığımız hayatın gerçeklerinden kurgulanmış olup ülkemizde son yıllarda giderek artan, kadına şiddet, ensest, tecavüz ve cinayetlerin taşınamaz ağırlığını kâğıt-kalem ve okurla paylaşmak için yazılmıştır.