Nefs, tasavvuf düşüncesinin odaklandığı en mühim kavramlardan biridir. Geniş bir anlam havzasına sahip olan kavram, sûfî zihninde, "kötülük" sıfatıyla mecrasını bulmuş ve ıstılâhî bir anlam kazanmıştır. Sûfîlerin şiar edindikleri, "Nefsini bilen Rabbini bilir." rivayeti de bu minvalde bir ilkeyi işaret etmektedir: İnsan ancak nefs bilgisiyle Rabbinin bilgisine ulaşabilir. Nefsi bilmek, kötülük kavramını bilmekle yakından ilgilidir ki kişinin kendini yani kendindeki kötülük potansiyelini bilmesi, ona mücadele edeceği düşmanı da gösterir. Cüneyd-i Bağdâdî'nin, "Tasavvuf sulhü bulunmayan bir savaştır." ilkesi, hayatı boyunca neyle uğraşacağına dair sûfînin elindeki bir pusuladır.
Sufi nihai noktada Allah'a ulaşmak ister. Bu amacın önündeki en büyük engel ise onu bu yoldan alıkoymaya çalışan bir düşmanı, yine kendi bünyesinde taşıyor olmasıdır. Tasavvufun özünü oluşturan ruhî denklem budur; adeta diğer bütün kavramlar, riyâzetler, mücâhedeler, sûfînin bu düşmana karşı kuşandığı silah gibidirler.
Amansız bir düşmanla aynı bedende yaşadığını her daim hatırında tutan sûfî, Allah'a ulaşmak yolunda, nefsini tanımak, onu konumlandırmak ve onun dizginlerini ele almak için hem düşünsel hem fiziksel boyutta ardı kesilmeyen bir çaba sarf eder. Bu çalışma, nefs ekseninde seyreden bu zorlu mücadelenin ve bu mücadele ile inşa edilen sûfî benliğin oluşum kodlarını anlamayı amaçlamaktadır.