Bu kitap; iki kadim geleneğin, iki farklı yerelin iki farklı kitlesel göçünü inceleme nesnesi yapmakta, aynı zamanda taşıdıkları benzerliklerden ve yaşanan deneyimlerden yola çıkarak bazı öngörülerde bulunmaktadır. Suriye kaynaklı kitlesel göçlerin Türk toplumunda bulduğu/bulacağı karşılığı ve ortaya çıkan/çıkma potansiyeli olan sorunsal alanları anlamak için İran'da Afganların 43 yıllık deneyimlerinden yola çıkarak Türkiye özelinde bazı sosyal ipuçları bulmayı çabalıyor.
Afganların İran'a yönelik ilk kitlesel göçü 1979 Sovyet İşgali ile başlamıştı. Bu ilk kitlesel hareketlilikte göç eden Afganlar "muhacir" olarak görülmüştü. Sovyet rejiminin zulmünden dolayı göç eden Afganlara İran açık kapı politikası uygulamıştı. İşgal sonrası İran'a göç eden Afgan mültecilerin çoğu, kırsal kesimdendi. İran'da tarım ve inşaat sektörlerindeki ucuz iş gücünün temel kaynağı olmuşlardı. İran'da doğan ikinci ve üçüncü kuşakların çoğunluğu ise Afganistan ile gönül bağı dışında bir bağ kuramamıştı. 1989 yılından itibaren İran'ın Afganlara yönelik politikaları değişmeye ve Afganlar, ekonomik ve sosyal sorunların kaynağı olarak görülmeye başlandı. Muhacir olarak karşılanan Afganlar sonraki süreçte "panahandegan" olarak görüldüler.
Suriyelilerin Türkiye'ye ilk kitlesel göçü 2011 yılında başladı. Bu ilk kitlesel hareketlilikte göç eden Suriyeliler "mazlum Müslüman halk/kardeşler" olarak görülmüştü. Beşar Esad'ın zulmünden dolayı göç eden Suriyelilere Türkiye de açık kapı politikası uygulamıştı. Suriyelilere ensar anlayışıyla yaklaşılmış, dinî temelli bu yaklaşıma Türkiye ve Suriye arasındaki tarihsel bağlar da eklenmişti. Sonraki yıllarda ise insani öncelikler ve dinî hassasiyetlere yurttaşlık hassasiyetleri ve ekonomik unsurlar da eklenmiş hatta bu iki unsurun ağırlığı bugün daha fazla hissedilmeye başlamıştır.