Tarih, Yahya Kemal'in daima çok sevdiği, çok ilgilendiği, sadece düzyazılarında değil şiirlerinde de
sıklıkla işlediği bir saha olmuştur. Mâzide geçmiş hadiseler, bunların fâilleri, kısa ve uzun vadeli
tesirleri O'nu çok düşündürmüş, özellikle Türklerin tarih İçerisinde ve değişik coğrafyalardaki
yürüyüşleri, nihayet kurmuş oldukları medeniyet, Yahya Kemal'in başlıca tefekkür ve çalışma
alanını oluşturmuştur. Ziya Gökalp'le bir diyaloğunun içinde birden söyleyiverdiği
Ne harâbî ne harâbâtîyim
Kökü mâzide olan âtîyim
beyti ise Şair'in geçmiş, bugün ve gelecek tasavvurunun özü, özeti gibidir.
Paris'teyken derslerine, sohbetlerine, konferanslarına katıldığı, çok defa da evine gittiği Albert
Sorel'den bir gün, "Bilir misiniz ki henüz iki şey tamamıyla keşfedilmiş değildir: Coğrafyada kutup ve
tarihte Türk" cümlesini işiten Yahya Kemal, bu cümlenin verdiği ufukla çok şuurlu bir okuma
evresine girmiş ve 1912'de İstanbul'a yepyeni bir tarih perspektifiyle dönmüştü. Tarihe dair bu
engin bilgi ve yorumlama kâbiliyeti, hayranlık verici bir hafıza kudretiyle buluşunca da Yahya Kemal
çok kısa sürede ders, sohbet ve makaleleriyle bir câzibe merkezi hâline gelmiştir.
Tarih Musâhabeleri, O'nun bazısı el yazısı müsvedde hâlinde kalmış, çoğu sağlığında neşredilmiş
tarih eksenli yazıları ve notlarından oluşuyor.