"Fırıncılar her tür ekmeği pişirip sattıkları gibi, müşterilerin getirdikleri tepsi ve güveçlerdeki yemeği de pişirirlerdi. Her sabah işe gidenler, içinde koyun eti, soğan, nohut bulunan, ağzı iyice kapalı bir güveci fırına getirirlerdi. Bu güveçler bütün gün, sıcak küllerin içinde yan yana durur, müşteriler bu iyi pişmiş yahniyi evlerine götürüp afiyetle yerlerdi. (Bunun gerçekleşmesi için müşterilerin güveçlerini iyi tanıması ya da fırıncının kendi bildiği işaretler koyması gerektiğini kestirmeniz zor değil. Yoksa müşteriler tatsız sürprizlerle karşılaşabilirlerdi.)
Meyhanelerde hem eğlenilir hem de yemek yenirdi. En çok gidilen gezinti yerleri arasında Dicle ve Fırat'ın kıyılarındaki ve Mecusi şatolarının ya da Hıristiyan manastırlarının müştemilatında (ek binalarında) düzenlenmiş olan kır meyhaneleri sayılabilir. Buralarda ünlü bağları olan rahipler, şaraplarını satarlardı. Bu meyhanelerde her türlü eğlence vardı: Şarkıcı kadınlar, dansözler, flüt çalan kadınlar, çengiler eğlencenin binbir çeşidini yaşatırlardı konuklarına. Şarabın yanında ufak kaplar içerisinde biraz şundan biraz bundan atıştırılırdı. Farsça 'meze' tatlı, lezzetli, 'bî-meze' ise lezzetsiz anlamında olup, içki yanında küçük tabaklarla verilen lezzetli yiyeceklerin (meze) adının buradan geldiği söylenir. (…)
Yeri geldiğinde, ya o kültürü tam yansıttığı için ya da ilginç olacağını düşündüğümden bazı tarifleri gizlendiği tarih çekmecelerinden gün ışığına çıkararak kitabı okuyanın denemesine sundum. Bunu yaparken tarifleri bugünün diliyle kolay anlaşılabilir hâle getirmeye çalıştım ya da bu coğrafyada bulunabilir gıda maddeleriyle değiştirdim, yani uyarladım. Ayrıca kımız ve buhur suyu dışında hepsini de denedim."
Deniz Gürsoy, Eski Taş Çağı'ndan izler taşıyan çiğ köfteden Türklerin İslam'la tanışmadan önce içtiği içkilere, yaşadığımız coğrafyada yemek kültürünün tarihin derinliklerindeki izlerini araştırıyorTarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz'de…