...Tarihin taşrasında yaşamanın bir kader olmadığını kanıtlayabilmek için, her şeyden önce, İslami anlamda tarihsel gündemimizin önceliği ve adı, yapısal değişim için nihai-varoluşsal çözüm, tahayyül ve tasavvur olmalı. İslam dünyası toplumları, aptallaştırıcı, ahmaklaştırıcı geleneksel uyuşturuculara-patolojilere karşı zihinsel/ahlaki direnişi gerçekleştiremedikleri takdirde, sömürgeci-ırkçı tarihe karşı direnişi hiçbir şekilde gerçekleştiremezler. Kime, hangi otoriteye yönelik olursa olsun, kayıtsız şartsız itaat, ahlaki körelmeye neden olduğu gibi, bilinç körelmesine de neden olur. Gerçek bir direniş, tehdit unsuru olan yapıların dünya görüşlerini, zihin dünyalarını yapı söküme uğratmak suretiyle başlatılabilir. Kolektif bir siyasal eylem, kolektif tarihsel/siyasal/kültürel bilinçle sürdürüldüğünde etkili olabilir.
Her tarihsel dönem, yeni bir dil, yeni bir tarz, yeni bir strateji ve yeni özneler ister.
...Maddi zenginliklerimize, imkanlarımıza, saltanatımıza, makam-mevki-iktidarlarımıza ve ihtiraslarımıza bir zarar gelmesin diye gerçeği söylemiyor, gerçeğe gözlerimizi kapatıyoruz. Zenginlik peşinde koşmaya başlayanlar, bir dava peşinde koşmaktan vazgeçiyor. İnsani ilişkiler maalesef metalaşıyor. Düşünce adamları, kültür adamları, edebiyat-sanat adamları, propagandacılara dönüşüyor.
...Sömürgeci bilginin, dilin, modelin sınırları içerisinde kalarak, edilgen, pasif, parya konumlarımızı sürdürerek, tabi olarak, yeni öznelerden, özgürlüklerden, yeni bir stratejiden söz edemeyiz. Yeni öznelerin, yeni stratejilerin, günümüzde sömürgeci dayatmalara karşı yapabilecekleri en hayati mücadele, varoluşsal mücadele, aynı dini, aynı inancı, aynı kültürü, aynı dili paylaşan Müslüman halkların kendi iradeleri dışında paramparça edilmelerinin kabul edilemez olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bu parçaları bir araya getirme mücadelesi olacaktır.