"O melun zamanın üzerinden yıllar geçmişti, ama dün gibi aklındaydı işte… Zaten ne vakit çıkıyordu ki. Tokat nere, Diyarbakır nere? Elazığ, Malatya, Ergani derken ta Diyarbakır'a dek gelmişti. Hiçbir yerde rahat etmemişti. Her yer, her memleket ona dar gelmiş; gittiği her şehirde kaybettiği annesini, kız kardeşini ve evlenip yuva kurduğu hamile eşini aramıştı. Sırf bu yüzden askerden firar etmiş o sırada sürgüne gönderilen ailesini bulmaya çalışmıştı. Yıllarca oradan oraya dolaşırken hep kayıplarını bulmayı düşlemişti. Tam ümidini kırdığı bir zaman kaderine razı olup, Malatya'da atların kaşağıdan kalan artıklarını temizlemek için atkuyruğundan Gebre ördürdüğü evlerden birinde kendi de öksüz ve yetim kalan Lusia'yı görmüş ve hemen kararını verip onunla evlenmişti. Sessiz, sakin ve çalışkan bir kadındı.
Diyarbakır'ın yerli aileleri dışarıdan gelen bu aileyi çok sevmiş, onları aralarına kabul etmişti. Şimdi dışarıda neşeyle koşturan kızına sevgiyle bakarken hem şükrediyor hem de kayıplarını bir kez daha anıyordu."