İslam tasavvufu, İslam kültürünün zenginliklerinden biri olarak çağlar boyunca düşünce, ahlâk, güzel sanatlar ve sosyal hayatta etkili olmuştur. Tasavvuf, bilgiyi hayata geçirmede zihinle gönlü birlikte hareket ettirerek dinin statik olan tarafını değil, dinamik yönünü yaşatarak insanın kendini ve her an değişip yenilenen kâinatı tanımasını sağlamıştır. Sürekli arayış halinde olan sufîler, Allah'ın cemâl sıfatını eşyaya aksettiren her şeyde mutlak varlığı, vahdet sırrını aramışlardır. Tasavvufun çeşitli coğrafî bölgelerde birçok kültürle teması sonucu çok sayıda tasavvufî anlayış ortaya çıkmıştır. Her milletin tasavvuf geleneği kendi kültür mirası ve gelenekleriyle beslenmiştir.
Kur'an ve Sünneti meşruiyet zemini yapan sufiler, Hz. Peygamber'in zühd ve takvaya dayalı hayatını ve ahlaki öğütlerini, ashab-ı suffanın hayat tarzını örnek almışlardır. Hasan-ı Basri, İbrahim Edhem ve Rabia Adeviyye gibi ilk zâhidleri takip eden Bayezid-i Bistami, Zünnun-ı Mısri, Cüneyd-i Bağdadi ve diğer birçok sufi düşünceleriyle tasavvufa zenginlik kazandırmışlardır. Gazzali sonrası dönemde ortaya çıkan Kâdiriyye, Rifâiyye, Yeseviyye,Nakşibendiyye ve Halvetiyye gibi birçok tarikat, İslâm dünyasında yaygınlık kazanmıştır.
Tasavvuf düşüncesinin kurumları olan tarikatlar ve tekkeler, toplumda sosyal yardımlaşma ve yaygın eğitim kurumları olarak önemli bir görev icra etmişlerdir. Kitleleri müşterek fikir örgüsüyle birbirine bağlamışlar, devleti kuran irade ile birlikte hareket ederek, devletle halk arasında bir köprü görevi üstlenmişlerdir. Günümüzde varlığını sürdüren tasavvuf ve tarikatlar, sosyal ve kültürel hayatta gönlü kırıklara merhem olmaya çalışmaktadırlar.