Tasavvuf düşüncesinde derviş çeyizi, ritüellerdeki önemli işlevlerinin yanında sûfîlerin inşa ettikleri kendine özgü alegorik dil içinde derûnî anlatımın yapıtaşı olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle "derviş tâcı", mutasavvıfların -farklı atıflarla- "marifet", "varlık" ve "âlem" gibi tasavvurlarının izlerini taşımakta ve nirengi noktası "hakikat" olan temsili bir dil oluşturmaktadır. Bu anlamda tâc sadece başa giyilen bir giysi değil, melekût âleminden geldiği kabul edilen kutlu bir nesne ve tarikat silsilesinin devamını sağlayan bir figürdür.
Tâc, kâh bal rengi yünden şekerâviz bir külâh, kâh örfî, Cüneydî ya da Hüseynî dolamalarıyla bir başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazen ise farklı destarlarıyla koyu mor, sarımsı, beyaz, siyah, neftî, yeşil, vapurdumanı, al kırmızı, kavuniçi suretler içinde, fakat daima nûr-ı bekâya, vahdet sırrına ve varoluşa işaret ederek varlık bulmaktadır. Dahası o gül, istiva ve terkleriyle farklı bir âlemi resmederken, Bektaşî, Bayramî, Celvetî, Desûkî, Sa'dî, Rifâî, Bedevî ya da Nakşî… Tüm tarikatlarda mühr-i Dâvûd, bedâhe, elif, servi, kandil gibi şekil ve nakışlarıyla Allah'ın Hay ismini kulaklara fısıldamaktadır.
Böylece tasavvuf, "Bâtın elbisesi kalptir." düsturunu baştan koyarak, elifî, seyfî, Özbekî, Edhemî ya da Hüseynî, çeşit çeşit tâcla tasavvufî bir neşve ve mistik bir paradigma içinde, Kalem-i A'lâ, Akl-ı Evvel, Rûh-ı Mutlak, Dürre-i Beyzâ ve Nûr-ı Muhammedî gibi hakikatin farklı veçhelerine anlamlı dokunuşlar yapmaktadır.