Peki, ilâhî hitap ile ilk muhataplar arasında son derece canlı ve dinamik bir ilişkinin tesis edildiği bu dönemi izleyen zamanlarda ne oldu? Tarihin sonraki uğraklarında olan şuydu: Hz. Peygamber ve ona refakat edenler gitti, orada "Mushaf" diye isimlendirilen bir yazılı metin kaldı. Öncekiler gitti,sonrakiler geldi; dil değişti, dünya değişti, tabiatıyla anlama ve anlamanın anlamı da değişti. İşte bu değişim sürecinde Allah artık Hz. Peygamber'in dilinden değil, yazılı dil üzerinden konuşur oldu. Bu konuşma, hem şifâhî hitabı anlamayı kendiliğinden kılan zaman, mekan, yani bizzat tecrübe edilen ortam gibi faktörlerden, hem de hitabın mübelliğ ve mübeyyininden sâdır olan jest, mimik, tonlama vb. unsurlardan yoksundu. Tarihsel süreçte ilâhî hitabın yazılı kayda geçmesi, diğer bir deyişle, sözün teknolojileşmesi, ister istemez sonraki Müslüman nesiller ile Kur'an arasında bir yabancılaşma yarattı. Çünkü o artık bizden bağımsız bir şekilde ortada duran, somut varlığı bulunan bir 'şey'e (nesne) dönüşmüştü.