"...Kısaca kendimi tanıtayım.
Ben, sözcükleri piyasaya sürüp ortalığı karıştıran Kelimeler Tanrısı'nın ta kendisiyim.
Hakkında konuşacağım kişi ise çalışma hayatına dalmaktan, yıllardır birbirinin benzeri günleri yaşamaktan ruhu çölleşmeye yüz tutmuş biri. Kendisi o sabah cenabet gibi bir güne uyandığında başına nelerin geleceğinden habersizdi. Onu uyandıran şey evlerinin dibinde, oldukça geniş bir alanı kaplayan parktan etrafa yayılan her zamanki kuş sesleriydi. Ancak o sabah, diğerlerinden farklı olarak, gözlerini açtıktan kısa bir süre sonra, nicedir söylemediği bir şeyi ağzından kaçırıverdi. Yatakta sırt üstü uzanmış vaziyette tavana bakarken duyguları azap veren kelimelere döküldü.
Keşke!
Hiç,
Var olmasaydım..."
Kendimizi Kelimeler Tanrısı'ndan dinliyoruz ve O, kulağımıza fısıldayarak bize vicdanımızın sesini dinletiyor, bazen de günlük rutinimizin ne kadar saçma olduğunu bilinç düzeyine çıkarıyor. Fakat fısıldanan her kelime, hakikat ile yaşanılan hayat arasındaki kontrastı artırdıkça, akıl sağlımızı korumak güçleşiyor.
Zaten "absürt" olan, hayata anlam verme mücadelesinin zirvesinde ortaya çıkmaz mı daima?