Tarihin kadim milletlerinden biri olan Türkler, İslam öncesi dönemde de Tanrı'nın "Bir" liğine inanırlardı. O'nu hayatın tüm alanlarının düzenleyicisi olarak görür, O' yaratıcıya muhabbet besler, O'nun kendisini başarıya ulaştıran yegâne güç olduğuna kuvvetle iman ederlerdi. Yer ile gök arasında yaratılan kişioğluydu. Kişioğluna nizam olarak kut ve töreyi hayat felsefesi olarak görmüşlerdi. Türk Milleti'nin İslam'ı kabul etmesi insana bakışlarını değiştirmedi. Yönetim açısında tebaa veya reaya olarak kabul gören vatandaşlık anlayışında herkese iyi davranmak dinin emriydi.
Türk inanması; insanı eşrefi mahlûk olarak görür, yaradan Allah'a karşı olan sorumluluklarını bildiği gibi, O'na karşı minnet ve sevgide sınır tanımaz. İnsanoğluna akıl gibi bir nimeti veren yaratanın bazı filleri işlemede kendisine sorumluluk yüklediğinin farkındadır. Bu sorumluluğunun gereğini yerine getirmek önceliğidir. Öyle ki; gönül Çalab'ın tahtı olarak görülmüş ve ancak Allah'ın sevgisini kazanmak için insanı hoş tutmak gerektiğine inanırlardı.
Türk inanması Yüce Allah'ın vereceklerinden vaat ettiklerinden ziyade verdiklerine hamd etmeyi öncelikli görev görür. Bunun için yaratılanı Yaradan için hoş tutar. Muhabettullah işin sırrıdır. Korkmak yerine sevmek, uzaklaştırmak yerine yaklaştırmak, zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak, ayrıştırmak yerine birleştirmek inanç anlayışımızın esasıdır.
Bu kitabı hazırlamamızdaki amacımız Türk Milleti'nin tarihin derinliklerinde getirdiği manevi yaşamını yeniden anlamak ve ortaklaşmayı çoğaltıp bu anlamda bir birlikteliğin oluşmasına katkı sunmaktır.