Müziğimizi öğrenmenin hayatı anlamakla ne ilgisi olabilir ki? "Makam" nedir bizim için? "Rast, Hicaz ya da Hüzzam makamında şarkılar dinlediniz..." sözüyle bir spikerin radyodan kulaklarımıza aşina olan seslenmesinden başka bir şey mi?
Oysa makamlar, "Her insan bir makamdır" cümlesiyle insanla eşleştirilmiş, hatta insanın özelliklerinden beslenerek terkip edilmiştir. Dahası makamın olmazsa olmaz seyri olan makam seyrini anlamanın, insanın kendi seyrini keşfetmesi yolunu açmasına, bu vesile ile gerçek aşkın ne demek olduğunu keşfetmesine ne demeli?
Ritim diye bildiğimiz hareket, insanı ölçülü yaşamaya teşvik eder. Bir eseri bilerek icra etmek ise insanı akılla hareket ederek mutluluğun tarifsiz kaynağına kadar götürür... Müziğimizin tek sesli olması ve insanlığı ilmin kaynağından seslenmeye davet etmesi daha önce rastlamadığım anlatımlardı. Müziğe bu kadar anlam yüklendiğini hiç düşünmemiştim. Müziğimizin kavram ve tanımlarına farklı bir pencereden bakıyor olmak doğrusu beni sarstı. Müziğin mûsikîyle bütünleştiği hayret ve hayranlık uyandıran bu serüveninde, eğlenmek için, "Ah" etmek için, maziyi hatırlamak için, ya da sadece dinlemiş olmanın çok ötesinde, insanın kendi dünyasında sahip olacağı kutsal bir duyum olarak fısıldanıyor adeta.
Batı müziğinde "Nota" diye bildiğimiz seslerin, müziğimizdeki karşılığına "Perde" diyoruz. Bu kitapta perdenin insan hayatındaki öneminden; "Taksim"in ise bir sazendenin tek başına yaptığı doğaçlama iken bir tanışma ve paylaşma olduğundan söz ediliyor.
Bu itibarla müziğimiz, soyut dünyada keşfedilmeyi bekleyen, somut dünyaya açılan Ab-ı Hayat kapısının anahtarını bize sunuyor. İnsan mûsikî ile bir olduğunda zamansız ve mekansız olarak dünyada cenneti yaşamanın zevkine varıyor. Mûsikînin olmadığı her şey eksik ve aksak, ruhsuz ve mutsuz.
Hayat mûsikî ile başlar, mûsikî ile devam eder...