Elli beş yaşındayım. Anneyim. Anneanneyim, babaanneyim. Bir adamın eşiyim. Ben çok kişiyim aslında. Bu kadar çok kişiyken o kadar yalnızım ki. Üstelik de o kadar az yaşadım ki. Her zaman isyan ettim. Ama sessiz cümlelerle… Hayatımın her anını, kaybettiğim kendime duyduğum bir özlemle yaşadım. Baba evinden, beni o sevgi yoksulu evden alıp kurtaracak prensi bekleyerek geç_ gençliğim. O prensi asla affetmeyeceğim. Oysa o dönemlerde okuduğum Barbara Cartland'ın aşk romanlarında son dakikada da olsa prens geliyor ve öykü her zaman mutlu sonla noktalanıyordu. Ama benim prensim gelmedi. O gelmeyince de bir başka sevgi yoksulu evde devam etmeye başladı hayatım. Hep bir geç kalınmışlıkla, hep bir yaşanmamışlıkla, hayal kırıklıklarıyla geçti. Yaşadığım tüm mutsuzluklarım o prensin yüzündendi.