Stefan Zweig, Üç Büyük Usta'da, 19. yüzyıl klasik edebiyatının köşe taşlarından Balzac, Dickens ve Dostoyevski'yi anlatır; bildiğimiz edebi üslubuyla ve bireysel deha ile toplumsal imkan ve sınırlar arasındaki hem besleyici hem gerilimli alanlarda gezinerek.
Kitapta yer alan üç deneme, on yıllık bir süreç içinde, farklı dönemlerde yazılmış olsa da, hepsi romancının içinde yaşadığı çağla ve dünyayla ilişkisini sorgular.
"Yüzyıllardır belli sınırlar içinde sıkışıp kalmış olan ne varsa her şeyin çöktüğü ya da çığırından çıktığı muazzam devrimlerin yaşandığı bir çağa", İmparator Napolyon'un çağına gözlerini açan Balzac'ın kahramanları, tıpkı Napolyon gibi, dünyayı fethetme hırsıyla doludur. Sadece kahramanları değil, Balzac da, evrensel bir yaşamı fethetmek ister, "seksen cilde bir çağı, koca bir dünyayı, bir kuşağı sığdırır."
Victoria döneminin "doygun İngiltere'sinin tedbirli kişiliğini" yansıtan Dickens, İngiliz geleneğinin dört duvarını kendine yuva yapar. "On dokuzuncu yüzyılda dünyanın başka hiçbir yerinde bir yazar ile ulusu arasında böylesine sıcak" bir ilişki kurulmamıştır.
Ve yuvasını "öte yakaya, horlananların yanına, yaşamın artığına, ama insan kaderinin tam ortasına, ıstıraba ve ölüme komşu" kuran Dostoyevski... İnsan ruhunun evrensel özünün bu romancısı, Rus ruhuyla "Avrupa'nın yorgun ve durağan dünyasını alevlendirir". Onun sayesinde Rusya, artık Avrupa'nın barbar geçmişi değil, insanlığın büyük destanına yeni bir söz katabilme imkanıdır.
Yirminci yüzyılın büyük ustası Zweig'ın dili ve dehasıyla...