Bu kitap, birinci kuşağın bir üyesi olan babamın, ikinci kuşağın temsilcisi olarak kendimin ve Avrupa'da yaşayan üç kuşağın hikâyelerini birlikte okuma imkânı bulacağınız, günlük olaylardan akademik çalışmalara, Avrupa'daki Türklerden Avrupalı insanların hayatlarına değin pek çok şeyi bir arada bulacağınız post-modern bir anlatıdan başka bir şey değildir. Post-modern anlatıların özelliği küçük küçük hikâyelerin, bir bütün oluşturma gayesi taşımaksızın yan yana anlatılması ve dünyanın farklı renklerinin bir arada sunulmasıdır. Ben de bunu yapmaya çalıştım. Bu kitabı okuyan herkes, kendisi için bir şeyler bulacaktır.
Benim hikâyemi merak edenler, bu kitapta bugüne kadar anlatmadığım pek çok detayı bulacaklardır. Fabrikada bir işçi olarak hayata atılmışken nasıl olup da yeniden eğitime ve üniversite hayatına geçtiğimi, bu süreçte neler yaşadığımı öğrenecekler. Daha da önemlisi bir akademisyen olarak doktora sürecine nasıl girdiğimi ve sonrasında neler yaptığımı izleyebilecekler.
Avrupa'da göçmen kökenli bir akademisyen nasıl olunur ve yaşanır sorusuna açık ve samimi cevaplar vermeye çalıştım. Bu kitapta savunduğum temel tez şudur: Göçmen olarak içine girdiğiniz topluma ne kadar uyum sağlarsanız sağlayın, her zaman "uyumsuz" biri olarak görülürsünüz. Bunun hepimizin tahmin edeceği basit bir cevabı var: Yerleşik toplumun sizinle ilgili beklentileri giderek yükselir ve siz her an, bu yükselen beklentilerin altında kalırsınız! Göçmen açısından bu travmatik bir süreçtir.