Bütün dünyanın gözleri önünde Avrupa'da katledilen Türkleri çok çabuk unuttuk. Dünyanın Türklerden özür dilemesini gerektiren sayısız sebepten sadece biri Mora. Osmanlı'dan bağımsızlık hayaliyle yola çıkan Rum Filiki Eterya ihtilal örgütünün 1814'de başlattığı macera, 1821'de hayal olmaktan çıktı, 3 Şubat 1830'da, yani sadece 16 yıl gibi kısa bir sonra gerçeklerle buluştu. Elbette bu maceranın başarıya ulaşmasında Helen dostu Avrupalıların gayretleri, Rum isyancıların hayallerinin çok ötesinde bir değer taşıyordu. Böylece ilk defa olarak Osmanlı Balkanında bir Hıristiyan devlet bağımsızlık kazanırken, fethinden itibaren Ege Denizi'nde mutlak Osmanlı egemenliği de yine ilk defa olarak kısıtlanmış oluyordu. Rum isyanı kısa sürede acımasız bir din ve ırk savaşı haline dönüştü. Avrupa'dan maddi-manevi destek gören Rumlar, hedeflerinin Mora'da bir tek Türk kalmayana kadar savaşmak olduğunu en başında açıkça ilan ettiler. Olaylara şahit olan Avrupalı yazarların anlattıklarına göre, isyan bölgelerinde öyle anlar yaşanmıştı ki, Türkler için bazen ölüm kurtuluş oluyordu. Osmanlı'nın Mora Müslümanları olarak tanımladığı zümre, isyan bittiğinde tamamen tarih sahnesinden silinmiş durumdaydı. Yaşama şansı bulan Mora Türkleri ise imparatorluğun çeşitli yerlerinde zor şartlarda hayatlarını devam ettirdiler. O dönemde muhacir organizasyonu yapacak resmî bir kurumun olmayışı, bu ilk Yunanistan göçmenlerinin acılarını daha da derinleştirdi. İsyanın bitiminde Yunanistan'daki Türk emlak ve vakıfları tasfiye edilirken, bölgedeki asırlık Türk medeniyeti izleri de sonsuza kadar silinmiş oluyordu. Bu eser, Türk-Yunan ilişkilerinin tarihî seyrindeki kırılma noktalarını, objektif-bilimsel kriterlerle ve birincil kaynaklar eşliğinde incelemesi bakımından, şüphesiz günümüz problemlerinin çözümüne ışık tutacak önemdedir.