Ayı Sabahattin, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Bir ara içi geçecek gibi oluyor,
kısa süreli bir horultu çıkarıp bir türlü derin uykuya dalamıyordu. Karısının da gözüne gram
uyku girmemişti. Kocasının dönüp durması, üzerlerindeki ince örtüyü çekiştirmesi, zaten
gelmeyen uykuyu hepten kaçırmıştı. Sırt üstü dönüp gözlerini mağaranın tavanına dikti. Alışık
olmadığı bu sıcaklık onu fazlasıyla bunaltmıştı. Ofladı, pufladı; olmadı. Kendini biraz geriye çekip yatakta oturdu.
Kollarını önünde bağladı. Tıslayıp duran kocasına diziyle vurdu. Ayı Sabahattin örtüyü biraz daha çekiştirerek:
"Hıı?"dedi. Ayı Çevriye, bu defa dirseğiyle dürttü kocasını. Ayı Sabahattin'in sesi biraz daha sertleşti:
"Hım?"
Kocasının bu ilgisizliği dişi ayıyı iyice germişti: "Uyuyamıyorum Sabahattin. U-yu-ya-mı-yo-rum!"diye sesini yükseltti.
Ayı Sabahattin bunun üzerine yavaşça sırt üstü döndü. Üstündeki örtü ile terini sildikten sonra doğrulup oturma pozisyonu aldı: "Al benden de o kadar! Bu bahar ne zaman gelecek?" dedi. Ayı Çevriye de öfkeliydi:
"Çıldırtma beni Sabahattin. Kış gelmedi ki bahar gelsin!" Ayı Sabahattin:
"Doğru diyorsun Çevriye. Ocağın ortası geldi, hâlâ ortalık günlük güneşlik. Midem de nasıl kazındı? Haydi, kalk da yiyecek bir şeyler hazırla. Belki tok karna uykumuz gelir."