2. Dünya Savaşı sırasında bir Anadolu şehri. Bir sürgün. Kimse çaldığı kapıyı açmaz, kimse iş vermez. İnsanın zihnine işleyen bir insan soğukluğuyla kuşatılır. Bir kahvehane yalnızlığı bile çok görülür. Toplumsal cenderenin diş diş sıkılması bu korkunç dışlanmayı açlığa dönüştürür. Tükeniş ve ölüm dayatılmaktadır.
Takım tutar gibi çocuksu ama cahillikle yüklü bir eğilimle Nazi destekçisi olan toplumun içinde insanlık ülküsü ve şiirle direnmektedir sürgün. Ama açlık ve yalnızlık umudu bile kemirmektedir.
Devlet eliyle yaratılan bir yalnızlığın romanı. Bu ele toplum da destek veriyor, yalnızlık büyüyor; eş dost arka çıkıyor, uçurum yükseliyor.
Çoğalmanın yolunu arıyor insan o koca ıssızlığın içinde ve her şey "her şeyi düzleştiren zamanın oyunu"na esir düşüyor. Tek gerçekliğin yalnızlık ve açlık olduğu bir düş bu..
Yalnızlığın en büyüğünü hatta bizzat kendisini devlet örer olanca varlığı, gücü ve acımasızlığıyla...
"Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi'nde beni yazmışsın, beni anlatmışsın, yani bütün sürgünleri... Sürgünde yaşayanların hepsi bu kitapta kendini tanıyacak.
"Salt beni anlattığın için mi sevdim kitabını? Hayır... Acıları çok şiirsel sunmuşsun, acılı sürgün anlatımını en iyi ve güzel verecek olan biçemi seçmişsin. Ne güzel, ne güzel...
"Hepsinden önemli olan, sürgünle geçen bir yalın yaşamın çok ustaca kurgulanması…"
- Aziz Nesin