Vahdet-i Vücud Felsefesi
Belki de hiçbir yüzyıl 13. yüzyıldaki gibi düşünürler, sanatçılar ve manevi öncüler açısından bir zenginlik, çeşitlilik göstermemiştir. Akdeniz dünyasında, Anadolu coğrafyasında kökleşmeyi, kalıcılığı sağlayan unsur herhalde askerî güç, kılıç kadar aklın, bilimlerin gelişimi ve bu düşünce insanlarının entelektüel çabaları olmuştur. Sadece o dönemin dünyasına değil, geleceğe de yön veren entelektüel dünyanın bütün yıldızları âdeta bu yüzyılda biraraya gelmiş gibidir. Bu bağlamda Osmanlı’nın ilk başmüderrisi olarak kabul edilen Dâvûd Kayserî’yi, Hıristiyan dünyasının önemli kararlarının alındığı İznik’te kurucu kimliğiyle bu önemli göreve getirirken, yönetici aklın bu kararı almasında ve uygulamasındaki ilkesi yüksek bir anlayışı ve zihniyeti sergilemektedir. Bir bakıma kökendeki bir dünyayı kurma tarzı, düşüncesi, ideolojisi sadece doğum ânını değil, büyümesini, gelişmesini ve o bilgilerin aktarılmasını da kumanda eder, yönetir. Başlangıçlar böylesine önemlidir. Bir yanda doğa bilimleri, astronomi, matematik, diğer yanda Selçuklu medrese geleneğindeki İslâm anlayışı ile İbn Arabî, Sadreddin Konevî çizgisinde bir vahdet-i vücûd düşüncesi ve bu ikisinin o zamanki dünyayı yeniden şekillendirme tarzına temel teşkil eden kavramsal çerçevenin yetkin bir şekilde ortaya konulması… gelecek yüzyılları da belirlemiş diyebilir miyiz? İşte modern dönemde Dâvûd Kayserî hakkında geniş kapsamlı ilk eseri ortaya koymuş ve tercümelerini yayımlamış olan Mehmet Bayrakdar’ın bu çalışması sözü edilen başlangıçlardan biridir.
Devamını Oku