Klasik Osmanlı dönemi İslam düşünürleri, diğer düşünce geleneklerinde olduğu gibi, Mutlak Varlık'ın tekliği ile mevcudatın çokluğunun nasıl telif edilebileceği üzerinde düşünmüşler; kendilerine, tek tek her bir mevcut ile külli nitelikler arasında ne tür bir alaka olduğunu yahut külli niteliklerin nasıl taayyün, teşahhus ve tecessüt ettiğini sormuşlardır. Sûfî düşünürler de bu meselelere kendi vahdet-i vücûd nazariyeleri çerçevesinde cevaplar vermişlerdir. Ancak zahir ulema onları, varlığın birliği, taayyün, hulûl, ittihat, hüsün ve kubuh gibi meselelerde eleştirmiş, hatta tekfir etmiş; sûfî düşünürler de bu suçlamalara vahdet-i vücûd nazariyesi çerçevesinde karşılık vermek durumunda kalmıştır. XVI. yüzyılda yaşamış olan Bahâeddinzâde namıyla meşhur Muhyiddin Mehmed Efendi, Osmanlı klasik döneminin hem zahir ulemasından hem de sûfî düşünürlerinden biridir. O, elinizde tuttuğunuz bu risâlede görüleceği üzere sûfî bir düşünür olarak zahir ulemanın bazı aşırı tenkitlerini ele almış ve bunlara karşılık olarak sûfîlerin düşüncelerini savunmuştur. Bu kitap öncelikle Bahâeddinzâde'nin entelektüel biyografisini vermekte, sonra da onun Risâle fî-Vahdeti'l-Vücûd'unu tahkikli neşir, tercüme ve detaylı inceleme eşliğinde okuyucunun dikkatine sunmaktadır.