Hayata varoluş penceresinden bakanların kötümser oldukları doğru değildir. Varoluşçuluğun yaşama dair anlam sorgulamaları her daim iki yönlüdür. Yaşamın kendisini anlamsızlığa mahkûm etmek bilinçli varlığın ölümünü de anlamsız kılar. Varoluşun penceresi, var olmuş olmanın anlamsızlığını sorgularken, bir kez var olunduğunda geri dönüşün olanaksızlığına işaret eder. Tolstoy'un "Ne mutlu var olmamış olana!" sözü ile de anlatılmak istenen budur. Hayata bir kez geldiyseniz, artık hiçliğe sonsuza dek veda etmişsinizdir. Yaşama başlamanızla, hiçlik varlığınıza bir kez musallat olmuştur. Geri dönüşü yoktur. Varoluşçuluk, yaşamayı ve ölmeyi birlikte ele alan bir anlam penceresinden felsefesini üretir. Birini anlamlı, diğerini anlamsız kılmaz. Hiçliğe geri dönülemeyeceğine yönelik doğru ve tutarlı felsefi sorgulamalar varoluşçu bireyi doğru sonuca ulaştırır: Hiçlik musallat olduysa, inadına yaşayacaksın ve mücadele edeceksin. İnsanın, önce varoluşunun sonra özünün meydana gelmesinden de çıkartılacak ders budur. Özünü meydana getirmekten ve dolayısıyla yaşamaktan sakınmak, anlamsızlıklar içinde bir büyük anlamsız davranıştır. Varoluşçular, sanıldığı gibi yaşama düşman değil, aksine yaşama sımsıkı sarılmış varlık neferleridir. Sartre'ın deyimiyle içine kırılmış insan varlığının tüm bu sorgulamalarını yüzümüze vuracak olan romanımızın kahramanı, ne değilse o olan ve ne ise o olmayan varlığına musallat olmuş hiçlikle hesaplaşacaktır.