Mevcut baskın algıya ve değer yargılarına göre "normal" denebilecek bir insan, yani henüz okul öncesi dönemde teknolojikaygıtlar üzerinden görsel-işitsel araçlarla tanışan, ergenlik dönemi boyunca vaktinin önemli bir kısmını popüler kültür ürünleri vedijital oyunlarla geçiren, düzenli bir şekilde televizyon seyreden ve sosyal medyayı kullanan, çoğunluğu yeni Batı yapımı olanfilmleri ve dizileri büyük oranda seyretmiş olan, insan ilişkilerine bakışları farkında olmaksızın büyük ölçüde popüler kültürtarafından zerk edilen, toplumun ekonomik sistemi olan kapitalizmi ve onun getirdiği psikolojik ve ahlaki eğilimleri mecburi olarakbenimseyen, üniversite eğitimi sırasında zihni Batılı seküler epistemolojiyle şekillendirilen bir insanın İslâm hakkında olumlu birkanaate sahip olup dindar bir şahsiyet olması oldukça uzak bir ihtimaldir. Bu "özgeçmiş" içerisinde İslâm, okullardaki din derslerigibi "sınırlandırılmış mekânlara" hapsedilmiş bir görünüm arz ederken, özgeçmişin "omurgası" Batı'nın varlığa ve bilgiye bakışıtarafından teşkil edilmektedir. Bütün bir düzen bu şekilde inşa edilmişken bu sonucun, yani varoluşsal tehcirin ortaya çıkması,insanların hislerinde, fikirlerinde, söylemlerinde ve eylemlerinde İslâm'dan uzaklaşmaları bir rastlantı olmaktan çok uzaktır.
Özetle, sorun yapısal olup küçüklüğünden değil büyüklüğünden ötürü görünmez olmaktadır.
Toplumumuzda de facto geçerlinormlar bizi yapısal biçimde varoluşsal vatanımızdan uzaklaştırıyorsa, o hâlde özgür olabilmek için normal olanı, yani geçerlinormları tartışmaya açmak gerekmektedir. Ancak bunu yapabilmek için önce onların ne olduğunu isabetli ve net bir şekildeanlamak ve tanımlamak gerekmektedir.