"Zekâ dolu, tutkulu, acımasız ve esaslı bir kitap. Olivia Laing yalnızlığın köklerini, ürkütücü sonuçlarını ve sanatla olan karmaşık ama güzel ilişkilerini korkusuzca takip edip çarpıcı, dokunaklı ve büyüleyici bir eser ortaya çıkarmış."
–Helen Macdonald
Anlamaya başlamıştım, yalnızlık kalabalık bir yerdi: Kendi içinde bir şehirdi. Ve biri bir şehirde yaşamaya başladı mı ilk başlayacağı nokta kaybolmak olur. Zamanla kafanızda bir harita oluşmaya başlar, sevdiğiniz yerler ve tercih ettiğiniz yollardan oluşan bir koleksiyon: Başka bir kişinin asla kopyasını çıkaramayacağı ya da çoğaltamayacağı bir labirent. O yıllarda inşa etmekte olduğum ve şimdilerde de devam etmekte olan şey bir yalnızlık haritası… Yalnız olmak ne demekti ve bu yalnızlık insanların hayatlarında nasıl işlev görüyordu anlamak istedim. Anlayayım ki sanat ile yalnızlık arasındaki karmaşık ilişkinin şemasını çıkarmaya teşebbüs edebileyim. (Kitaptan)
Olivia Laing, New York'ta, gizlenmenin ve göz önünde olmanın aynı anda mümkün olduğu o koca şehirdeki yalnızlık günlerinde, her biri yalnızlığı ve dışlanmışlığı farklı biçimlerde deneyimlemiş ve bunu eserlerine yansıtmış sanatçıların izini sürüyor. Yalnızlığın tam da her türlü iletişim aracına sahip olduğumuz bir çağda temas etmeye olan korkumuzla nasıl çoğaldığını keşfediyor. Ve New York gibi şehirlerde yaşamanın kendine özgü bir yalnızlık hissi doğurduğunu…
Laing, aralarında Andy Warhol, Henry Darger, David Wojnarowicz ve Edward Hopper'ın bulunduğu "yalnızlık sanatını" iskân edinmiş sanatçıların yaşamları ve yapıtlarıyla kendi deneyimlerini bir araya getiriyor. Laing'e göre "yalnızlık bir şehir" ve orada yaşamı düzenleyen hiçbir kural yok. Yalnız Şehir'in hepimize öğrettiği bir şey varsa o da yalnızlığın utanılacak bir şey olmadığı ve hislerimizi yaşamak için "bir avuç zamanımız" olduğu.