Ağzından çıkan ses, titreşim olarak kendisine; mana olarak sevdiğine aitti.
Sesini, başkasının hançeresinden çıkmışçasına duyuyordu ağzını her açışta. Herkesten farklı bir durum... Kulakları, sanki sesinin gittiği yere ondan önce uzanıyor ve bütün titreşimleri emiyordu. Oysa hiç kimse, sesi çıktığı yerden almazdı. Ses, kulağa girmez, kulak sesi mahrecinden alırdı. Gözümüz uzağa uzanmıyor ve uzak, yer değiştirmiyordu. Onu hep, ta oralarda uzak olarak buluyorduk. Peki, öyleyse o, sesi, mahrecinden nasıl olup da alıyor, alabiliyordu. Sesi, varlığına; varlığı sesine bitişikti demek.
Demek, sesimi, kendi sesin kıl, diye dua ettiğinden beri; kendi sesinin yankısına tutulmuştu. Öyle olmalıydı. Nedense yakalamak istiyordu onu.
Kan ter içinde, soluk soluğa, bazen kısılmış bir halde, bazen tiz perdesinden hep onu çağırdı.