Unutur mu bir erkek dizlerinin bağını çözüp, ellerini nereye koyacağını şaşırtan ilk atışını kalbinin?
Öpmeye kıyamadığı saçların kokusunu? Rengini bakarken ağzından bin bir çeşit kelebek fışkırtan gözleri?
Unutur mu bir erkek aynı saçların, gözleri gençliğinin darağacı oluşunu? Omuzlarını düşürüp, kafasını yere eğdiği günü? Ezbere bildiği tek kapının çarpışını yüzüne, yürüyebildiği ilk yolun yarılışını altından ayaklarının? İçinde kaldığı enkazın üzerine taş üstüne taş eklediğini istese çıkarıp canını vereceği insanın? Unutur mu derin bir kesik, iltihaplı bir yara, çaresiz bir baba, evladını yitirmiş bir ana, yanmış bir ev, kurumuş bir toprak gibi hissedişini?
Peki;
Unutur mu bir erkek, uğruna duvarları yumruklayarak ağladığı kadını?
Ayşe.
Hem ilk sevdam hem ilk yenilgim.
Hem yüzmeyi öğretenim hem bir kaşık suda boğanım.
Hem içimdeki ölü kelebekleri yeniden doğuranım hem içimdeki ormanları yakanım.
Ayşe.
Hem ilk sarhoşluğum hem ilk ayılışım.
Hem devrimi ömrümün hem darbesi.
Şurada, tam ortasında sol göğsümün gözleri kıyameti andıran bir yara.
Feryat figan uyanışım uykulardan, avuçlarımı kanatırcasına sıktığım yumruğumu duvarlara savuruşum.
Ayşe.
Her gece 'burada olmayanlar için' diyerek masaya vurduğum kadehimin kederli hikayesi...