İçimden bir ses, "O masumun bir suçu yok. O senin kızın, onu bağrına bas, anne şefkatini ondan esirgeme" diyordu. Deniyordum, ama olmuyordu. İçim başka dışım başkaydı. Ben, ben olmaktan çıkmıştım artık. Ya o evi herkesle beraber yakacaktım, ya da arkama bakmadan kaçıp gidecektim. Hayatımda kimseye kötülük yapmadım, hep başkaları bana zarar verdi. Orada da durum değişmedi. "Kaç Emine" dedim kendime, "Kaç, nereye gidebilirsen, nerede yaşayabilirsen, kaç git, kurtul."
Karar verdiğim akşam ilk defa Dicle'nin yanında uyudum. Ona baktım uzunca bir süre, küçücük bir melek gibiydi. Kızımı son görüşümdü. Bir daha dönüp bakmamak için koşar adım dışarı çıktım.
Elimizde olsa bir heykel gibi şekillendirmek isteriz insanlığımızı; fiziğimizle, ruhumuzla hatta yazgımızla. Oysa hayatımızı ne kadar planlayabiliyoruz, ya da nasıl da sürükleniyoruz, bazen hiç düşünmediğimiz yerlere acımasız rüzgarlarıyla toplumun. En güzel başlangıçlar en ummadığımız anda çıkıyor karşımıza… Nedense bitmeyecek sandığımız rüyalar hep yarım kalıyor.
Sezen Eren ve Güler Kaynarca, birlikte yazdıkları bu romanlarında, içinde yaşadığımız toplumun gerçekleri ile kurgusal güçlerini harmanlayarak mutluluklarıyla, acılarıyla yarım kalmış bir yaşam öyküsü sunuyor okuyucularına. Kuşkusuz, romandaki genç kadının yaşanmışlıkları hiç yabancı gelmeyecek sizlere de.