Önceleri benim yaşantımın çarklarını babamın döndürdüğünü sanıyordum. Eve ekmeği o getiriyor, benim harçlığımı o veriyor, evde kimin ne yapacağını o belirliyordu. Sonra onun yıldızı biraz söndü. Çevremdeki dayıların, öğretmenlerin, başbakanların... benim çarkları hızlandırdığını ya da yavaşlattığını anladım. Gün geliyordu, gençlerin çarklarını aşk çeviriyordu uçururcasına. İş güç sahibi olunca da para çeviriyordu yaşamın çarklarını anlaşılan. Yaşlandım, çok okudum, az yazdım. Yaşamın çarklarının nasıl döndüğünü hep merak ettim. Kömürdü, petroldü, kimyasal enerjiydi, termodinamiğin entropisi, mühendisliğin ekonomisi, çevre sorunları, bilimin tarihi derken, baktım öğrendiklerimden benim imbik de bir şeyler damıtmaya başlamış. Güneşin bizi nasıl yaşattığını anlar gibiyim, ama onsuz yapamadığımız suyun nasıl olduğunu hâlâ öğrenemedim, hidrojenle oksijenin sonsuz aşkı nasıl başlamış ki acaba? Yukarıdan bakıyorsun dünyanın çoğu su, yakından bakıyorsun kendi vücudunun yarısından çoğu su. Susuz yaşayamıyoruz, yedi milyar nüfusa suyu bulmakta da çok zorlanıyoruz. Sevgili su, değerini bize kanıtlamak istercesine kimi zaman aç bırakıyor bizi, gücünü göstermek isteyince de boğuyor. Enerji, suyu dünyada yürütüp duruyor durmaksızın, dağlardan denizlere, damarlardan beynimize; onu gemiyi götürürken, buhar türbinlerini çevirirken görüyoruz ve algılayabiliyoruz. Vücudumuzun iç sıvıları kanallardaki tıkanıklıkları, enerji yetersizliğinden aşamayıp gereken yerlere gidemediklerinde, besinler, mineraller gerekli organlara taşınamadığında buradaki enerji-su işlevlerini algılamamız ise çok zor, kısaca "hastayım" deyip geçiyoruz. "Enerjim bitti, suyum azaldı" diyeni gören var mı? Su ve enerji, hep yan yana, hep iş başında. Bu ikilinin becerileri saymakla bitmiyor. Karar verdim artık: Yaşamın çarklarını su ve enerji çeviriyor.