"Sanatçının üretim süreci ve ürünü, sadece siyasi ve estetik etkenlerle sınırlanmakla kalmaz. Sanat ürünü, görülmek, okunmak, işitilmek üzere ortaya çıktığında, kendini herhangi bir yerde değil, bir piyasa ilişkisi içinde bulur. Bu yüzden, anlamın sürekli ertelendiğini savunan sanatçı, eserlerinin piyasa ekonomisi içinde, medya tarafından kontrol edilen, bürokratikleşmiş bir sanat kurumu tarafından yorumlanmasından, anlamlandırılmasından ve buna göre kendisinden koparılarak metalaştırılmasından, bir tüketim nesnesi haline getirilmesinden kurtulamaz. Ama postmodernizmin kaldırdığı toz toprak ve sahte özgürlük hissi içinde sanatçı, özgürlüğünü gerçekten sınırlayan toplumsal koşulları kavrama şansını elinden kaçırır, böylece de bu koşullara karşı savaşmayı aklına bile getiremez. Ekonominin ve sınıf mücadelesinin düşünsel denklemlerden çıkarılmasıyla birlikte de, zaten, bu mücadelenin araçları postmodernist sanatçıya artık açık da değildir. Bu 'kötü sonsuz' içinde, sanatçının öznelliği ve özgünlüğü giderek meta ilişkileri tarafından yok edilir. Diğer taraftan yaşam sürer, tarih var olmaya ve tartışılmaya devam eder. Körfez Savaşı patlak verdiğinde, bunu yorumlamak ve tavır almak gerekir. Yahudi Soykırımı, 1996'daki gibi, bir seri yeni araştırmayla tekrar gündeme geldiğinde, bu araştırmalardaki verilerin ve bulguların anlamının olup olmadığına, doğruluğuna ya da yanlışlığına ilişkin bir tespitte bulunmak gerekir. SSCB çöktüğünde ve sözde sosyalizminden kapitalizme geçildiğinde, parti ve devletin üst yöneticilerinin, şimdi yeni devletin üst yöneticileri ve kapitalist işletmelerin, hatta mafyanın sahibi ve yöneticileri olduğuna bakıp, çökenin gerçekte ne olduğunu düşünmek gerekir. Küreselleşme ve teknolojik devrim yaşandığı ileri sürüldüğünde, bunun sonuçlarına ilişkin tartışmalara katılmak gerekir."