Devin Arkın orta yaşlı avukatın ofisinde oturmuş kadının söylediklerini dinlerken kulakları uğulduyor, kolunu dayadığı ucuz, vinil koltuktan güç almaya çalışıyordu.
Devin hafifçe titreyen elleriyle bir sigara yakarken avukat o tedirgin eden bakışlarını genç kadının yüzüne dikti, kupkuru bir sesle, "Yani anlayacağınız Devin Hanım, çocuklar sizin velayetinizde artık," dedi. "Bir de üzüm bağı ve ev var elbette..."
Senelerdir görmediği, konuşmadığı ablası Elâ ve sadece bir kere gördüğü kocası Alen aptal bir motosiklet kazasında ölmüşlerdi... İnanması ne kadar zor olsa da evet, yoklardı artık!
Devin hızla organize olup, yeğenlerinin yanına gitmek üzere bindiği uçağın penceresinden masmavi gökyüzünü seyrederken, "Çocuklar Tunç Kermen'in yanındalar," cümlesi aklında dönüp duruyordu. Avukatın dediğine göre Elâ'nın ve Alen'in en yakın arkadaşlarıydı adam.
Genç kadın her şeyi ayarlamıştı, artık geriye kalan sadece çocukları bu adı sanı duyulmamış Ege kasabasından kurtarıp ait oldukları yere, yani İstanbul'a getirmekti.
Oysa Devin Arkın'ın her zaman en küçük detayına kadar planlanmış hayatına karşı kader de kendi ilahi yolunu çizmekteydi ve genç kadının bunu anlamasına çok kısa bir süre kalmıştı...