"Noor kendisini ayakkabısının tabanına yapışan solmuş yapraklar kadar, bahçesindeki kör kuyu kadar kuru hissediyordu. Mümkün olduğunca az besleniyordu, derisine işleyen soğuğu kırmak için ateş yakmıyordu artık, etrafındaki hiçbir şeyi değiştirmemeye, yerini değiştirirken sandalyeyi gıcırdatmamaya ve dağın yuttuğu güneşin bir ceviz kadar küçüldüğü saatte onu meydana götürürlerken kendisini yalnız hissetmemek için seccadesinin yerini aklında tutmaya dikkat ediyordu.
Önceden planlanan geleneksel yemek için gerekli olan keçisini yakalayacak hain çocuklar ve köpekler eşliğinde geleceklerdi. Kurtuluş taşları adı verilen ilk yedi taşı attıktan sonra yemek yiyeceklerdi. Parmaklarıyla sayarak yedi diye tekrar etti. Haftanın günleri gibi, ardiyenin çatısını tutan taşlar gibi yedi. Kafasını, yaz güneşinde olgunlaşmış bir nar misali kırmak için yedi taş."
Çölün kıyısında, hamsin rüzgârının estiği unutulmuş bir köyde cezasını çekmeyi bekler Noor. Zinadan suçlu bulunmuştur, recm edilecektir. Kaçmayı ya da isyan etmeyi düşünmez, tek arzusu kaderine boyun eğip günahının bedelini ödemektir. Tek düşüncesi, babalarının alıp gittiği üç çocuğudur. Ne özgürlüğe özlem duyar ne de olası bir başka hayata. Ama bir kadın, yabancı bir kadın giriverir hayatına…