Tan vaktinin belirmeye başlayan zayıf ışıkları ve usul usul yağan yağmur tarafından çizgileri çekilmiş, küçük, minyatür denebilecek kadar küçük istasyon binası, uçları göğe değen yemyeşil kavakların arasına gömülmüş de kendi varlığını yitirmiş gibiydi. Daha ötesi yoktu. Ne geride, yılanın kuyruğunda, ne de ileride, istasyonun daha ötesinde, ufku tamamen kaplayan beyaz sis tabakasından başka bir şey görünüyordu. Bu ıssızlığın ortasında, kırmızı şapkası ve elindeki küçük kırmızı yeşil diskiyle binanın önünde dikilen memur öyle hareketsizdi ki, adama bir an kartondan yapılmış bir reklam panosu gibi göründü. "Sanki sadece benim için durmuş gibi," diye düşündü, trene ve hareket memuruna bakarak.
"Sanki susadığımı anlamış gibi. Çok susadığımı…"