"Böyle kendi köşemde manevi yönden çürümüş, çevremden, gerçek yaşamdan kopmuş, kendi yeraltı dünyamda kendi yarattığım nefrete boğulmuş olarak, yaşama nasıl yan çizdiğimi uzun uzadıyaanlatmanın ne gereği var sanki?"
Ben hasta bir adamım... Topraktan ve halkın temelinden kopmuş... Kendi kendime serüvenler uydurur... yaşama oyunları oynardım... İçimdeki sürekli kaynaşmayı dış etkilerle bastırmaya çalışırdım...
...Dünyada ikinci derecedeki bir rolü kendime yakıştıramıyor, bu nedenle de ikinci olmaktansa sonuncu olmaya seve seve katlanıyordum... Çamurlar içinde debelenirken bile, "bir gün gelecek kahraman olacağım" diye avutuyordum kendimi... Hayâllerle oyalanıyorum... öteden beriden, ozanlardan, romancılardan kaptığım kusursuz hayat sahnelerini istediğim gibi bozup değiştirebiliyordumbu hayâllerimde... Yeryüzünde gerçek hiçbir varlıkla ilişkisi olmayan, bu tümüyle hayâl ürünü olanaşklarım ruhumu o denli cömertçe doyuruyordu ki, sonradan gerçek bir aşka en ufak bir gereksinmeduymuyordum. Doğrusu, gerçekte var olan birini sevmek benim için lüks olurdu...
Çünkü bizler, az ya da çok, yaşama alışkanlığını yitirmiş, aksak aksak yürümeye çalışan insanlarız.Hem de asıl "gerçek yaşamdan" iğrenecek, onun adını bile işitmek istemeyecek kadar yabancılaşmışızdır. Bu yadırgamayı, asıl gerçek yaşam'ı bir iş, bir görev sayacak, bu yaşamı bir kitaptan öğrenmeyi her şeyden üstün tutacak kadar da ileri götürmüşüzdür işi...