Ruhların kökü/ hiç durmadan acı çekerek devinmeye devam ederken/ gölün, esrarlı ve karanlık pençe pençe kar dudaklarında ateşten geçirilen altın/ denizin dibinde duran inci/ köpük köpük ırmaklar.
Abartılı ve atak çoğul bir hadise ile ölümlü zaman ve mekânda/ acı ve yakınlık duyarak kaygılanan birarada olamayışın kaçı/nı/lamaz olanı/ sahici olanın yabani karanlığında nefes nefese inleyen aç kalmış bir kurt gibi ulumakta kendini bildiren çatal boynuzlu uzaklık/ (ay/kı/rılık) eski ve uyumsuz bir dayatmayı/esareti andırır/ ki öyledir.
Korku ve beklenti/ özgürlük tarafı gözetip sağaltmadığından kendini/ inşası an tarafından atomlarından kuşatılmış ağ/rı/ hileli harp/ isteme ve y/ol/ b/ağ değil mi ki ölü/ derinliklerinin derin/in/de köklerini yiyen açlık/ susuzluk/ d/ağın sırtıdır dil.
Kemikleri bir bir kırılan haykırış/ dalları hırpalayan s/ağır yel/ ki çarpıp durduğu oyulmuş duvarlar/ sefil ve günahkâr tımarhane/ taştı da taştı gömü/ inleyen su/ sapsarı yapraklar/ kum kıpkırmızı.
Dayanmak/katlanmak ve bırakmak arasında bağışlan/a/mayan/ kan döken bozgun/ daha iyi daha mümkün hâle yaklaşmak/ dahası, pek çok şey anlamını yitiriyor gibi.
Dayatılabilir değil hiçbir zevk/ tutulabilir değil hiçbir an/ yığılmış, susar düşün/ ne atlar geçebiliyor ırmağı ne de kaygı çiğneyebiliyor titreşen yerin esinini.
Anın güncesinde zembereğinden boşalan söylen/me/miş şey/ler ki h/iç/ yalnızca ve her şeyin orta yerinde yana yana/ acı acı öten deli bülbül.