Mavi bir gecede, maviliklere yayılıp giden mavi bir çığlık duyar gibi oldu. Havin'in sesi sandı. Ak köpüklerde mavi sular azgın dalgalarda çağıltısına devam ederken, mavi suların karanlık derinliklerinde bir adam bütün hayatını yeniden yaşıyordu. Geceydi. Karanlık bir kuyuya baş aşağı düşer gibi, karanlıkta, karanlık suların derinliğine doğru kendiliğinden çekilip gider gibiydi. Derinden, çok derinden, bilinmeyen bir yerlerden onu çağıran bir ses duyar gibi oldu. Yoksa ona mı öyle gelmişti. Havin'in sesi sandı önce. İçinde, yüreğinin bir yerinde çok eskilerde kalmış bir anıyı hatırlar gibi oldu. Soğuktu. İçine işleyen, üşüten, titreten, hatta donduran bir soğuk vardı. Kah başı aşağı, kah ayakları yukarı gelerek, inanılmaz hışırtılar arasında durmadan çırpınıyor, ne tuhaftır ki çırpındıkça daha bir derinlere doğru battığını, bilinmeyen güçler tarafından çekildiğini, yönlendirildiğini hissediyordu. Torosların yamaçlarında, bir ırmak kıyısındaydı. Portakal bahçelerinde, portakal çiçekleri arasındaydı. Ortalık mis gibi portakal çiçeği, hıltan, peryavşan kokuyordu. Yüreğinde Havin vardı, gözlerinde Havinin gözleri, ellerinde Havinin elleri vardı, sımsıcak. Başına taç koyduğu Havin'in, yüzündeki inanılmaz tebessümü, gözlerinin önünden hiç gitmiyordu.